Pazartesi, Şubat 04, 2013

pamuk şeker


yürüyorum.
sol yanımda alabildiğine uzanan deniz.
sağ yanımda testere kesmesi, insan çakması betonlar.
bakışlarımı binalara çevirdiğimde sıkışmışlık seziyorum.
yeterince sıkılan biri olarak bakışlarımı süratle denize doğru çekiyorum.
ah o sesler yok mu, kulağımın neşesi.
büyük bir düzenle sahile vuran dalgaların çıkardığı sesler
bir arınma merasimini andırıyor.
dünyanın dönüşüne, ayın çekişine inat bu harmoni.
denizin üzerinde uçuşan martılar
özgürlüğün nasıl bir yanılsama olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
ve tabi uçamayacağımız gerçeğini.
imkan ile mümkün arasında gidip geliyor düşüncelerim.
olsun varsın uçamayalım.
metaforlar uçuşuyor bak.
ardından martılar yükselişe geçiyor.
bende içime doğru yükseliyorum,
ve taşlar çekiliyor.

adımlarımı kumsala doğru yönlendiriyorum.
kumların içinde kendimi denizin üzerinde yürüyor gibi hissetmeye çalışırken,
on bir on iki yaşlarında pamuk şeker satan
esmer bir çocuk denize doğru yaklaşıyor.
pespembe pamuk şekerlerin asılı olduğu ince uzun tahtanın
eliyle tuttuğu kısmını denize sokup çıkarıyor.
oyun edasıyla giriştiği temizliğin ardından,
şekerleriyle birlikte bi gözlerimin içine
bi kumsaldaki taşlara bakarak sahilden uzaklaşıyor.
bende anılarıma dönüyor, birkaç silik fotoğraf karesiyle karşılaşıyorum.
geçmişle bağlantı kurmakta zor ya neyse.
pamuk şekerci çocuktan daha küçük yaşlarda
su satarken görüyorum kendimi.
şimdi bakıyorum da ne büyük iş yapıyormuşum,
insanların su içmesine vesile olarak.
şekerci çocuğu şimdi daha iyi anlıyorum.
meraklı gözlemler, her adımda bir oyun arayışı.
kazancın pek de önemsenmediği,
kapitalizme dönüşmeyen ekonomik bir oyun bu.
böylesi bir oyun mümkün mü diye düşünerek anılarımdan uzaklaşıyor,
soru işaretleri ve ünlemlerle baş başa kalıyorum.
bir terslik var diye geçiriyorum içimden.
sonra tersliğin her yerde olduğunu düşünüp ağız büküyorum.
bu şekerleri satması gereken bu çocuk değil.
bu esmer çocuk bu şekerleri yemeli.
sevdiği bir şeyi satmak zorunda oluşuna değinmiyorum bile.
eğer satılacaksa bu şekerler onları büyükler satmalı.
ya da hiç satmamalı, vermeli.
büyükler hayli garip.
dev adamlar, büyüklüklerinde kayboluyorlar.

neyse diyerek denizin üzerinde yürümeye devam ediyorum.
bir dalga hızla kayalara çarparak patlıyor.
o an şekerci çocuğun bakışları geliyor gözlerimin önüne.
çekiliyorum.
köklerim kopuyor.
heyelana kapılarak sahilden uzaklaşıyorum.

Share artikel ke :

Facebook Twitter Google+

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder