Pazar, Temmuz 07, 2013

arka sokakların cinneti


her yerde hüzün
omuzlarına yüklenmiş hayat dağılmış yüzün
gözlerin yalın bir dille yazılmış okunuşlara sahip
kim sana sahip, sen kime düşkünsün
ben
nedir seni alıp götüren
yalnızlığın kaldırımların yalnızlığı
dokunan basıp geçiyor üzerinden

Pazartesi, Nisan 01, 2013

sis


insanları tanımak zaman alıyor
çoğu zaman yoğun bir sis bulutuyla kaplı
ve her zaman
görünüşten ibaret bir bedenle örülü
gözüm seçmiyor, göremiyorum
tüm kalpler kaburgalara gömülü

Pazar, Mart 10, 2013

yarın


bugün
yeni bir sayfaya
yeni bir şeyler karalamak istedim
çizgileri kıvırarak harfler oluşturmak
anlamları çizgilere sıkıştırmak değil
mantıksal kalıplara uygun
tutarlı değillemelerde değil
bugün
yeni bir sayfaya hiç olmadığı kadar yeni bir dün
henüz doğmadığı kadar gün
batmadığı kadar güneş
dünden ve bugünden sonra
hiç olmadığı kadar yarın

Pazar, Şubat 10, 2013

tav


mavi bir rüzgar savuruyor saçlarımı
zaman ve mekan üstü yolculuğa çıkarıyor beni
bakışlarım yelkovana tutsak
sen geceye sığınak
tesellim zamana dahil olabilmek

Tanrı'yla benim aramda bir ben
uçurumdan düşen ben
bir dala tutunan ben
topraktan doğuyor gün

gün batıyor geceyi peşinde sürükleyerek
kalemler büyülü değnek
geçmiş silinmişliğe teslim
aram yok eskisi gibi yemeklerle
baharatlar yalnızca renk

kokuna göm beni yabancı
bulutlarla kaplı yeşil bir vadiye aitsin
biliyorum
tahtadan döşekler kucaklıyor huzuru
iyiliğini seziyorum

ah tanımadığım sen
en uzak dalganın köpüğü denli beyaz
kumru kuşları kadar sabırlı
aldırış etme sen bu serseriye
tuzum tuzuna dokunuyor
mavi bir rüzgar savuruyor saçlarımı
bir asma yaprağının hikayesine düğümleniyorum

Perşembe, Şubat 07, 2013

içerik


tren hayli kalabalıktı.
sağlı sollu dizili olan koltukların hepsi dolmuş,
bir çok insan daracık koridorda sıkışarak
ayakta yolculuk yapmak zorunda kalmıştı.
bunlardan biri de bendim.
kıvrak hareketlerle kendimi koridorun dışına atarak
giriş kapısına yakın bir yerlere kapaklandım.
başımı sol tarafa çevirdiğimde tuvaletin kapısıyla göz göze geldim.
neyse ki kapı aralığından neon ışığını andıran yeşil bir ışık görünüyor,
tuvalete hiç olmadığından başka bir hava katıyordu.
rengin keyfini çıkardıktan sonra yolcuları süzmeye başladım.
sağ tarafımda hedefine kilitlenmiş bir avcıyı andıran orta yaşlı bir adam vardı.
anlam dolu bakışlarını tek bir noktaya odaklamıştı.
böylesine bakılacak yerin neresi olduğunu merak ederek başımı
tekrar sol tarafa çevirdiğimde adamın boşluğa baktığını fark ettim.
boşluk..!?
diye geçirdim içimden.
uzay zamanın dolduramadığı belirsiz bir içeriksizlik.
''boş bir kap boş mudur baylar?''

Pazartesi, Şubat 04, 2013

pamuk şeker


yürüyorum.
sol yanımda alabildiğine uzanan deniz.
sağ yanımda testere kesmesi, insan çakması betonlar.
bakışlarımı binalara çevirdiğimde sıkışmışlık seziyorum.
yeterince sıkılan biri olarak bakışlarımı süratle denize doğru çekiyorum.
ah o sesler yok mu, kulağımın neşesi.
büyük bir düzenle sahile vuran dalgaların çıkardığı sesler
bir arınma merasimini andırıyor.
dünyanın dönüşüne, ayın çekişine inat bu harmoni.
denizin üzerinde uçuşan martılar
özgürlüğün nasıl bir yanılsama olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
ve tabi uçamayacağımız gerçeğini.
imkan ile mümkün arasında gidip geliyor düşüncelerim.
olsun varsın uçamayalım.
metaforlar uçuşuyor bak.
ardından martılar yükselişe geçiyor.
bende içime doğru yükseliyorum,
ve taşlar çekiliyor.

adımlarımı kumsala doğru yönlendiriyorum.
kumların içinde kendimi denizin üzerinde yürüyor gibi hissetmeye çalışırken,
on bir on iki yaşlarında pamuk şeker satan
esmer bir çocuk denize doğru yaklaşıyor.
pespembe pamuk şekerlerin asılı olduğu ince uzun tahtanın
eliyle tuttuğu kısmını denize sokup çıkarıyor.
oyun edasıyla giriştiği temizliğin ardından,
şekerleriyle birlikte bi gözlerimin içine
bi kumsaldaki taşlara bakarak sahilden uzaklaşıyor.
bende anılarıma dönüyor, birkaç silik fotoğraf karesiyle karşılaşıyorum.
geçmişle bağlantı kurmakta zor ya neyse.
pamuk şekerci çocuktan daha küçük yaşlarda
su satarken görüyorum kendimi.
şimdi bakıyorum da ne büyük iş yapıyormuşum,
insanların su içmesine vesile olarak.
şekerci çocuğu şimdi daha iyi anlıyorum.
meraklı gözlemler, her adımda bir oyun arayışı.
kazancın pek de önemsenmediği,
kapitalizme dönüşmeyen ekonomik bir oyun bu.
böylesi bir oyun mümkün mü diye düşünerek anılarımdan uzaklaşıyor,
soru işaretleri ve ünlemlerle baş başa kalıyorum.
bir terslik var diye geçiriyorum içimden.
sonra tersliğin her yerde olduğunu düşünüp ağız büküyorum.
bu şekerleri satması gereken bu çocuk değil.
bu esmer çocuk bu şekerleri yemeli.
sevdiği bir şeyi satmak zorunda oluşuna değinmiyorum bile.
eğer satılacaksa bu şekerler onları büyükler satmalı.
ya da hiç satmamalı, vermeli.
büyükler hayli garip.
dev adamlar, büyüklüklerinde kayboluyorlar.

neyse diyerek denizin üzerinde yürümeye devam ediyorum.
bir dalga hızla kayalara çarparak patlıyor.
o an şekerci çocuğun bakışları geliyor gözlerimin önüne.
çekiliyorum.
köklerim kopuyor.
heyelana kapılarak sahilden uzaklaşıyorum.

Cuma, Şubat 01, 2013

ten ve toprak


zaman geçiyor
mevsimler bir döngü oluşturmuş peşi sıra
biri ötekinin ardına bağlanmış sürüklüyorlar birbirlerini
her an sıkılmadan, üşenmeden ve hiç vazgeçmeden
bir bebeğin annesinin seslenişine doğru attığı adımlarla karşılıyoruz hayatı ve her şeyi, büyük bir umutla
O da bizi kucaklıyor, buyur ediliyoruz dünyaya
ilk 'sen'i tanıyoruz, sonra 'ben'i
benlik zamanın çekişiyle, geçmişin itişiyle, şimdinin geleceğe olan umuduyla sürüp gidiyor
bir şeyler oluyor bir yerlerde ve o bir şeyler, başka şeyleri de beraberinde getiriyor
birilerinin içinde bir şeyler debeleniyor
birileri ayna karşısında saçlarını düzeltiyor
birileri mahkeme karşısında suçlarını düzeltiyor
birileri ölüm karşısında kaçacak delik arıyor,
üstelik, sanki bunun için yerküreyi delik deşik ediyor
hiç ölmeyecekmiş gibi
teni toprağa değmeyecekmiş gibi

Salı, Ocak 29, 2013

bütünden bir parça


dur.
-teslim ol!, demeyeceğim tabi ki
dur bir nefes al
yaşam zaman trenine binmiş hızla uzaklaşıyor
bırak bir günde bir şey düşünme
kapat tüm kavramların kapılarını
kendini parantez içine al ve bu konuyu yarına bırak
düşüncelerini ört
bırak şu değersiz ve gündelik çıkara dayalı hayvan ilişkilerini
kopart hırslarını ve isteklerini ilizyona bulanmış başarı basamaklarından
kendini kendinden çıkart bir kenara koy
sonra kendini al harf gürültülerinden uzak doğaya koy
bir denizi al karşına, ona karşı sus
sessizliği bir dinle
süzülerek ak
bütünden bir parça olarak

Pazartesi, Ocak 28, 2013

söylenti


bir söylenti dolaşıyor insanlar arasında
nasıl desem..
ağızlarında bir bilinmeyenli denklemi geveler gibi isteksizce mırıldanıyorlar
aslında hayatı üzerine inşa edebileceğimiz tek şeydir o, mırıldanılan
öyle ya, nefes almak kadar kolay tahrip ediyoruz gerçeği
tüm anlamlandırmalara rağmen anlamın buharlaşması, yok olması
insan eli değmesi gibi bir şey bu
en renkli olduğu halde en az görünen
en gerçek olduğu halde en az bilinen
söylemekle söylememek arasında
bir söylenti
bir komedya
bir trajedi
tek perde
çok geçmeden anlaşılıyor söylentinin ne olduğu
ağızlardan birkaç tükürükle birlikte savruluyor
ölüm.

Çarşamba, Ocak 23, 2013

mavi

siyah kadar öfkeli görünmese de hüznünü gizleyemiyor.
bu hüznün ardında güçlü bir bilgelik ve tüm hüzünleri kucaklayan birkaç gözyaşı var.
sarı gibi anlamsız sergilenme, öne çıkma isteği yok.
mavi.
yeşilde sarının eksikliği mi?
derinlerde bir okyanus.
mai.
su kadar aziz gök kadar uzak.
merkezden çevreye doğru dağılan değil,
kendi üzerine eğilen, kendi üzerine kapanan bir renk olarak kendisinden uzaklaştırıyor.
tıpkı denizin derinliklerinde,
mavinin koyuluklarında uzaklaştığı gibi.

yansı

bazı sesler duyuyorum belli belirsiz
ve bazı gölgeler görüyorum bir perdenin ardından
rüzgar gibi dokunup kaçıyorlar, hissediyorum
bu akıntı, bu oluş
gölgelerin oynadığı bir gölge oyununu andırıyor
öylesine karanlık ve ışıksız
fakat ışık sayesinde görünür kılınıyor
yer ve gök ve gölgeler
karanlığın ve aydınlığın kalıntıları gibiler
bütün varlığa bir örtü
nesnenin onu karşılayış biçimine göre şekilden şekle girer
gölgeler
bir yansı olarak sadık

ateş

ateş
elle tutulamayan soyutluğun gözle görülür acısı
yakıcı aydınlık

yollar uzanmış gelişigüzel

tüm ışıklar küsmüş
varlıklar karanlığa bürünmüş
yollar uzanmış gelişigüzel
serpilmiş sarıya çalan sonbahar yaprakları, ağaçlarından ayrılmış
kimi elini uzatmış
öteki arkasına bile bakmadan adımlarını hızlandırarak uzaklaşmış
bir yağmur damlası süzülmüş ve birkaç insan sesi duyulmuş
bu şehir geceleri hep böyleymiş
yollar uzanmış gelişigüzel

çöp ve kutusu üzerine

uzaktan bir çöp kutusuna bakıyorum
tüm gecenin yalnızlığı omuzlarına binmiş
şehrin hikayesinin kalıntıları
itici yalnızlık sebebi
bu hayatı benimsemiş bir hali var
durağanlığın getirisi sessizlik
ürkek bakışlara sahip çöp kutusu
gölgesi kendinden kaçıyor
çöp
terkedilmiş bir piç
sahipsiz
hayat tarafından sürükleneceği yeri
dokunacağı çöp kutularını
gömüleceği ve başkalaşacağı toprakları bekliyor
tüm hikayesine hakim bir tavrı var

ay

ay
ne kadar da uzaksın
dünyaya göre bir o kadar da yalnız
böylesi de iyi
burada her kafadan bir ses

sisli bir gün

bir gün daha çekip gitti
takvim yaprakları buruşturulup atıldı
bir kibrit çakıldı ve bir sigara yakıldı
bir intihar girişimi gerçekleşti
olay mahali her zamanki gibi kalabalıktı
yalnız intiharlarda olmuyor değildi

bir bavul unutuldu
her şey koşuşturma içerisindeydi
elden ele dolaşan karanfillerin kokusu hiç değişmemiş
ismi ise hep karanfil olarak kalmıştı
zaman hep aynıydı
bir yandan kovalıyor bir yandan kucaklıyordu
bazı ayrılıklar gerçekleşiyor
bazı birliktelikler gerçekleşmiyordu
oysa zaten gerçekte buğuluydu

Pazar, Ocak 20, 2013

aynı

yıldızların altındayım ya da bana görünen bu
büyüklüğünü anlayamadığım bir şekilde karşımda duruyor
ve bir deniz
hep aynı notadan söylüyor dalgalar
sahildeki tüm taşlar yıllardır hiç değişmemiş izlenimi veriyor
nasılda aldatıyorlar beni
değişmeden hep aynı kalan var mı ki?

taş ve kum

bir yanda taş bir yanda kum
varlıklarıyla başkalaşmış birbirlerine sınır çizmişler
taş yılların yorgunluğuyla parçalanmış
erircesine bölünmüş
ve çoğalmış
çoğaldıkça büyümüş ve kendinden geçmiş
taş artık bir kum
ya sen/ben?