Pazar, Şubat 10, 2013

tav


mavi bir rüzgar savuruyor saçlarımı
zaman ve mekan üstü yolculuğa çıkarıyor beni
bakışlarım yelkovana tutsak
sen geceye sığınak
tesellim zamana dahil olabilmek

Tanrı'yla benim aramda bir ben
uçurumdan düşen ben
bir dala tutunan ben
topraktan doğuyor gün

gün batıyor geceyi peşinde sürükleyerek
kalemler büyülü değnek
geçmiş silinmişliğe teslim
aram yok eskisi gibi yemeklerle
baharatlar yalnızca renk

kokuna göm beni yabancı
bulutlarla kaplı yeşil bir vadiye aitsin
biliyorum
tahtadan döşekler kucaklıyor huzuru
iyiliğini seziyorum

ah tanımadığım sen
en uzak dalganın köpüğü denli beyaz
kumru kuşları kadar sabırlı
aldırış etme sen bu serseriye
tuzum tuzuna dokunuyor
mavi bir rüzgar savuruyor saçlarımı
bir asma yaprağının hikayesine düğümleniyorum

Perşembe, Şubat 07, 2013

içerik


tren hayli kalabalıktı.
sağlı sollu dizili olan koltukların hepsi dolmuş,
bir çok insan daracık koridorda sıkışarak
ayakta yolculuk yapmak zorunda kalmıştı.
bunlardan biri de bendim.
kıvrak hareketlerle kendimi koridorun dışına atarak
giriş kapısına yakın bir yerlere kapaklandım.
başımı sol tarafa çevirdiğimde tuvaletin kapısıyla göz göze geldim.
neyse ki kapı aralığından neon ışığını andıran yeşil bir ışık görünüyor,
tuvalete hiç olmadığından başka bir hava katıyordu.
rengin keyfini çıkardıktan sonra yolcuları süzmeye başladım.
sağ tarafımda hedefine kilitlenmiş bir avcıyı andıran orta yaşlı bir adam vardı.
anlam dolu bakışlarını tek bir noktaya odaklamıştı.
böylesine bakılacak yerin neresi olduğunu merak ederek başımı
tekrar sol tarafa çevirdiğimde adamın boşluğa baktığını fark ettim.
boşluk..!?
diye geçirdim içimden.
uzay zamanın dolduramadığı belirsiz bir içeriksizlik.
''boş bir kap boş mudur baylar?''

Pazartesi, Şubat 04, 2013

pamuk şeker


yürüyorum.
sol yanımda alabildiğine uzanan deniz.
sağ yanımda testere kesmesi, insan çakması betonlar.
bakışlarımı binalara çevirdiğimde sıkışmışlık seziyorum.
yeterince sıkılan biri olarak bakışlarımı süratle denize doğru çekiyorum.
ah o sesler yok mu, kulağımın neşesi.
büyük bir düzenle sahile vuran dalgaların çıkardığı sesler
bir arınma merasimini andırıyor.
dünyanın dönüşüne, ayın çekişine inat bu harmoni.
denizin üzerinde uçuşan martılar
özgürlüğün nasıl bir yanılsama olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
ve tabi uçamayacağımız gerçeğini.
imkan ile mümkün arasında gidip geliyor düşüncelerim.
olsun varsın uçamayalım.
metaforlar uçuşuyor bak.
ardından martılar yükselişe geçiyor.
bende içime doğru yükseliyorum,
ve taşlar çekiliyor.

adımlarımı kumsala doğru yönlendiriyorum.
kumların içinde kendimi denizin üzerinde yürüyor gibi hissetmeye çalışırken,
on bir on iki yaşlarında pamuk şeker satan
esmer bir çocuk denize doğru yaklaşıyor.
pespembe pamuk şekerlerin asılı olduğu ince uzun tahtanın
eliyle tuttuğu kısmını denize sokup çıkarıyor.
oyun edasıyla giriştiği temizliğin ardından,
şekerleriyle birlikte bi gözlerimin içine
bi kumsaldaki taşlara bakarak sahilden uzaklaşıyor.
bende anılarıma dönüyor, birkaç silik fotoğraf karesiyle karşılaşıyorum.
geçmişle bağlantı kurmakta zor ya neyse.
pamuk şekerci çocuktan daha küçük yaşlarda
su satarken görüyorum kendimi.
şimdi bakıyorum da ne büyük iş yapıyormuşum,
insanların su içmesine vesile olarak.
şekerci çocuğu şimdi daha iyi anlıyorum.
meraklı gözlemler, her adımda bir oyun arayışı.
kazancın pek de önemsenmediği,
kapitalizme dönüşmeyen ekonomik bir oyun bu.
böylesi bir oyun mümkün mü diye düşünerek anılarımdan uzaklaşıyor,
soru işaretleri ve ünlemlerle baş başa kalıyorum.
bir terslik var diye geçiriyorum içimden.
sonra tersliğin her yerde olduğunu düşünüp ağız büküyorum.
bu şekerleri satması gereken bu çocuk değil.
bu esmer çocuk bu şekerleri yemeli.
sevdiği bir şeyi satmak zorunda oluşuna değinmiyorum bile.
eğer satılacaksa bu şekerler onları büyükler satmalı.
ya da hiç satmamalı, vermeli.
büyükler hayli garip.
dev adamlar, büyüklüklerinde kayboluyorlar.

neyse diyerek denizin üzerinde yürümeye devam ediyorum.
bir dalga hızla kayalara çarparak patlıyor.
o an şekerci çocuğun bakışları geliyor gözlerimin önüne.
çekiliyorum.
köklerim kopuyor.
heyelana kapılarak sahilden uzaklaşıyorum.

Cuma, Şubat 01, 2013

ten ve toprak


zaman geçiyor
mevsimler bir döngü oluşturmuş peşi sıra
biri ötekinin ardına bağlanmış sürüklüyorlar birbirlerini
her an sıkılmadan, üşenmeden ve hiç vazgeçmeden
bir bebeğin annesinin seslenişine doğru attığı adımlarla karşılıyoruz hayatı ve her şeyi, büyük bir umutla
O da bizi kucaklıyor, buyur ediliyoruz dünyaya
ilk 'sen'i tanıyoruz, sonra 'ben'i
benlik zamanın çekişiyle, geçmişin itişiyle, şimdinin geleceğe olan umuduyla sürüp gidiyor
bir şeyler oluyor bir yerlerde ve o bir şeyler, başka şeyleri de beraberinde getiriyor
birilerinin içinde bir şeyler debeleniyor
birileri ayna karşısında saçlarını düzeltiyor
birileri mahkeme karşısında suçlarını düzeltiyor
birileri ölüm karşısında kaçacak delik arıyor,
üstelik, sanki bunun için yerküreyi delik deşik ediyor
hiç ölmeyecekmiş gibi
teni toprağa değmeyecekmiş gibi